Yazılarımı takip edenler bilirler, ülkemizde teknoloji üretimi konusunu çok önemsiyorum ve zaman zaman bu konudaki görüşlerimi paylaşıyorum. Hem ülkesini hem de mesleğini seven bir mühendis olarak ülkemin teknoloji üretimi konusundaki durumu oldukça canımı sıkıyor. Nedense teknoloji üretimini kendimizle bağdaştıramıyoruz. Sürekli “bizden adam olmaz” ile “abi yaptırtmıyorlar” arasında gidip geliyoruz. Geçmişte ülkemizdeki teknolojik atılımların nasıl rafa kaldırıldığını üzülerek okuyoruz. Geçen gün bir tanıdığım aşağıdaki fotoğrafı paylaştı. Böyle bir kitaptan haberim yoktu açıkası, en kısa zamanda alıp okuyacağım. İçerisindeki hikayeleri az çok tahmin edebiliyorum.
Ülkemizin her teknolojik atılım yaptığı zamanda bir şekilde engellendiğini artık çok iyi biliyoruz. İşin kötüsü geçmişe aitmiş gibi görünen bu hikayelerin benzerleri hala yaşanıyor. Önemli alanlarda birşeyler üretmek istemiş, bunu ciddi şekilde başarmış herkesten benzer hikayeler duyabilirsiniz. Tabi ki bütün bunları komplo teorilerine de bağlamak doğru olmaz. Bir de kendi kültürel ve algısal problemlerimiz de buna eklenince işin içinden çıkılamyor. Bir yanda “yerli x üretildi” haberlerine balıklama atlamamızı sağlayan bir heyecanımız varken bir yandan da bir ürünün yerli olduğunu öğrendiğimizdeki “otomatik aşağılama” reflekslerimiz bir arada yaşıyor. Zaten çelişkilerimiz o kadar çok ki… Radikal Gazetesi yazarlarından Ömer Sak “Güvenliğinizi Türk yazılım mühendislerine emanet eder miydiniz?” başlıklı yazısında benzer konulara değinmiş:
Bizler Türklerin yaptığı apartmanlarda sorun çıkarmadan oturuyoruz. Türk malı buzdolabı filan da kullanıyoruz. Ama iş daha yüksek teknolojiye doğru ilerledikçe, Türk malına o kadar da çok güvenmiyoruz galiba. Güveniyor olsaydık, öncelikle bütün bu ürünlerin markaları Türkçe olurdu. Halbuki değil.
* * *
Demek ki neymiş? Yüksek teknolojiye doğru gidildikçe, Türk mühendislerinin ve firmalarının, yurt içinde ağzıyla kuş tutması gerekiyormuş. “Teknoloji işiyse Türkler pek beceremez” bir tek bana özgü bir önyargı değilmiş. Şimdi sorarım size, kendi yerel pazarında, kendi adı ile büyüyemeyen teknoloji şirketlerinin olduğu bir ülkede, teknoloji geliştirilir mi? İhracatta yüksek teknolojili ürünlerin payı arttırılabilir mi? Siz öyle uzun uzun düşünmeyin, ben söyleyeyim: Olmaz. Zaten olmuyor da.
Sonuç olarak orta gelir tuzağı konusuna geliyoruz:
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun: Adı Airties değil de, MahmutUsta Modemleri olsaydı ne yapardınız? Almazdınız. Yüksek teknolojili Türk malı ürünler kendi memleketinde parya olunca, dünyada tutunabilir mi? Tutunamaz. Siz kendi ürününüze inanmazsanız, başkaları neden inansın? Böyle bir ülkede, mühendislerin pazarlama faaliyeti dışında iyi para getiren işler bulabilmeleri mümkün olur mu? Olmaz. Mühendislik eğitiminin getirisi düşük olursa, ülkede iyi mühendis kalır mı? Kalmaz. Böyle bir Türkiye orta gelir tuzağından kurtulur mu? Kurtulamaz.
Orta gelir tuzağı ile ilgili olarak Mahfi Eğilmez’in yazısına ve Koç üniversitesi İktisat profesörlerinden Sumru Öz’ün şu makalesine bakabilirsiniz. Öz’ün makalesinde orta gelir tuzağı şöyle açıklanmış:
Düşük gelirli ülkeler yurt dışından transfer ettikleri basit teknolojiyle ürettikleri ucuz maliyetli ve emek-yoğun ürünlerle, düşük emek maliyeti avantajını kullanarak uluslararası piyasalarda rekabet edebilirler. Emek ve sermayenin verimliliği düşük tarım sektöründen daha yüksek verimliliğe sahip imalat sektörüne kaymasıyla birlikte ülkenin üretkenlik düzeyi, dolayısıyla da gelir düzeyi artar. Ancak ülkelerin orta gelir düzeyine ulaşmalarıyla beraber kırsal kesimdeki eksik istihdam giderek azalır, ücretler artar ve dolayısıyla uluslararası rekabet gücü düşer. İnovasyon yoluyla üretkenlik düzeyini artıramayan ülkeler orta gelir düzeyinden yüksek gelir düzeyine geçemezler, bir başka deyişle orta gelir tuzağına düşerler
Yani orta gelir tuzağından kurtulmamız için yüksek teknoloji dolayısıyla yüksek katma değerli üretime yönelmemiz gerekiyor. Alphan Manas‘ın Katıldığı CNN Türk’teki “Paranın İzinde” programında ilginç istatistikler paylaşılmış. Programın kaydını da aşağıdan izleyebilirsiniz. Görünen o ki daha gidecek çok yolumuz var ama önce “tuzaklarımızdan” kurtulmamız gerekiyor. Bu tuzaklar için de her zaman başkalarını suçlamaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Bazen en büyük düşmanımız kendimiz olabiliyoruz.
Bu konu hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.
Aslında suç sadece halkta değil, bir teşvik yaratmayan devlet büyüklerinde. Lise ve Üniversitedeki eğitimlerde. Bana göre eğitimler artık teoriden çıkmalı ve öğrencilere inovasyonun gücünü göstermeli. Eğer öğrencilere gerekli eğitimi verip potansiyellerini gösterebilirsek, sorun hallolur gibi.
Halkın suçu yok. Atatürkün başlattığı devrimleri devam ettirmeyip baltalayan yöneticilerde. Kendilerini seçen halkı koyun sürüsü gibi gütmek isteyen ahmaklar eğitimsiz ve cahil toplumun daha kolay güdüleceğini düşünerek halkın mümkün olduğu kadar geri kalması için çalışıyorlar. Bunun sağı solu dini imanı yok. Hepsi el birliği ile yabancıların liderliğinde bunu pek güzel başardılar. Bundan sonra da başaracaklar gibi görünüyor.
İş gene dönüp dolaşıp siyasetçilerin eline geliyor…Mevcut iktidar oldukça güçlü, bahsedilen çoğu konuyu başarabilecek ya da bir başlangıç yapabilecek seviyede…Ama kafalarının dönüp bu konulara eğilmesi lazım..Yukardaki videoyu TV de izlemiştim; harika tavsiyeler, harika tespitler…ama kim yüksek teknolojiyle uğraşır paralel yapıyla(!) mücadele etmek varken, cehape ye laf sokmak varken..eğitim desen yap-boz tahtasına dönmüş..Eğitimin de öğrencinin de kalitesinin arttığı falan yok..Üniversitelerde görmedik mi her sene daha berbat öğrencilerin bölümlere girdiğini…Ama herşeye rağmen ufacık da olsa içimde bir umut var bir gün akıllanacağımıza dair..Tabi bu tabloyu da hep beraber sahiplenmemiz lazım çünkü başkalarını eleştrimek çok kolay…Ortadaki başarıyı nasıl sahipleniyorsak başarısızlığa da o denli sahip çıkmamız lazım…Kiminin azdır kiminin çok ülkemizin bulunduğu durumda hepimizin payı var…
Bu yazıyı kaç kişinin okuyup yorumladığından bile ne halde olduğumuz ortaya çıkıyor. Çok önemli bir konuda sadece 3 adet fikir beyanı. Hepsi bu kadar. Ondan sonra Mardinden bir köylü vatandaşımız amerikada Nobel ödülü aldı diye övünür dururuz. O vatandaşımızın ülkemizden gitmesine neden olan alçak zihniyetli tek hücreli amip kadar düşünme fonksiyonuna sahip olmayan seçilmiş hainlere lanetler olsun. O hainlere bugüne kadar oy verip başımıza getirenler ise ikinci derecede sorumlular ve onlar zaten cezalarını çekiyorlar ve torunları da bu cezadan nasibini alacak. Arada biraz olsun düşünenler de maalesef acı çekmeye devam edecek. Çaremi, çare yolun sonuna geldik. Ya düşeceğiz. Yada hatalarımızın farkına varıp bu cennetin sahibi olduğumuzu hatırlayıp bize hizmet etmesi için seçtiklerimizin yakasına yapışıp bizim için çalışmaları gerektiğini gerektiği şekilde hatırlatacağız. Bunu 16 nisan ve sonrasında yapmazsak hepimizin başı sağolsun. Kendi cenaze namazımızı kendimiz kılalım.