Yüksek lisans sınavı için başvurumu İstanbul’daki özel üniversitelerin birinde gerçekleştirdim. Gittiğim saat tam öğle tatiline denk geldiğinden bu bir saati değerlendirecek birşey aradım. Tabi ki aklıma ilk gelen üniversitenin kütüphanesini görmek oldu.
İstanbul’un göbeğindeki bu üniversite adeta bir “alışveriş merkezi “ havasındaydı.Yürüyen merdivenler, mağazalar, banka şubeleri, kuaför ve hatta ünlü kahve zincirlerinden birinin şubesi bile vardı. Böyle bir manzaradan sonra okulun kütüphanesini iyice merak etmiştim. Orası da oldukça büyük olmalı diye düşündüm.
Kütüphanede gördüklerim benim için tam bir hayal kırıklığı oldu. Bir üniversite için oldukça cılız bir kütüphaneydi. İlk işim elektronik mühendisliği ile ilgili kitapları bulmak oldu. Bu da benim için ikinci bir hayal kırıklığıydı. Elektronik mühendisliği eğitimi de verilen bu üniversitenin elektronik mühendisliği alanındaki kitapları yok denecek kadar azdı. Bir an “belki de kitapların çoğu öğrenciler tarafından alınmıştır “ diye umutlansam da ilgili kitaplara ayrılmış bölümün küçüklüğü bu umudumu da söndürdü. Kendi kendime “ne olacak bu memleketin hali” diye iç geçirdim umutsuzca.
Kütüphanenin genel havası da kendi üniversite yıllarımda gördüğümden çok da farklı değildi: Sohbet etmek için orada bulunan öğrenciler, sadece ödev yapanlar, gazetelere göz gezdirenler… Sınav zamanları da olmasa sanırım kütüphaneye kimse uğramayacak.
Söz üniversite kütüphanelerinden açılınca aklıma hep üniversitedeyken yaşadığım bir olay gelir: Bir ikinci sınıf öğrencisi şunları söylemişti “aa burası kütüphane mi? İki senedir burdayım ilk defa geliyorum”. Bu sözleri söylerken yaptığından gurur duyarmış gibi alaycı bir havası vardı. Bu arkadaş da sanırım bugün üniversite mezunu bir “aydın” olarak ortalıkta dolaşıyordur.
Üniversitelerimizin kütüphanelerinden belki de ülkemizde üniversite eğitiminin seviyesini anlayabiliriz. İçi insan kaynayan, herkesin birşeyler okuyup araştırdığı ama buna rağmen çıt çıkmayan bir kütüphane manzarası ne yazık ki ülkemizde çok görülür birşey değil. Ülkemizdeki bütün üniversiteleri gezmedim, eğer böyle bir kütüphane manzarası gördüyseniz lütfen bana bildirin.
Kütüphanesinde elektroniğe dair kitap sayısı yok denecek az olan bir üniversitede verilen elektronik mühendisliği eğitimi… Ne alakası var diyebiliriz belki… Ve yine kaldığımız yerden devam edelim. Efendim ülkemizde ar-ge’ye önem verilmiyor… Nitelikli işgücü bulamıyoruz… Bilgi çağını yakalamalıyız…Nerde kalmıştık?
Aslında mühendislik alanında birçok bilgiye internet üzerinden ulaşabilsek de tespitin hiç de yanlış değil. Sonuçta internet üzerinde okudugun bilgiyle kitaptan okudugun bilgi, anlama bakımından, arasında dağlar kadar fark var. Fiziksel etkileşim, 5 duyuyu harekete geçirmesi kitaptan bilgi almayı daha sağlıklı kılıyor kanaatimce. Diğer sitene de baktım, ne güzel kendi çabalarınla belirli bir bilince ulaşmış ve kendini geliştirebilmişsin. Ancak herkes böyle bir bilince ulaşamıyor. Sonuçta taşı nasıl yontarsan, o şekli alır. Yanlış en başından değil mi? Üniversite için sınava girdik gittik bazı bölümlere. Burda sınav kalksın gibi bir şeyler söylemeyeceğim, illaki bir sınav şart kanaatimce. Ancak gelirken bir fikrimiz olmayan bir bölüme geliyoruz ve gittiğimiz üniversite de tanıtımı yapılıyor. “Bakın buraya geldiniz ama bu bölüm böyle bir şeydir, nasıl hoşunuza gitti mi?” dermişcesine bir hava var. Araştırmadan gidiyoruz bir yerlere, belki ailemiz istesi yüzünden, belki puanı yüksek diyerek. Zaten ne kadar araştırmadan yoksun olduğumuz burda belli oluyor. En azından öğrencilere görev verilip istedikleri bölümü detaylı bir şekilde araştırmaları istenip, bir sunumla arkadaşlarına anlatmaları bile bir aşamadır. Ama ben bunu yaşamadım ve yaşayana da şahit olmadım. Öyle yetiştirildik ki (çok iyi hatırlıyorum) bize gösterilen ders kitaplarını tutup defterimize dikte ettirirdi bazı hocalarımız. Bize gösterilen kaynaktan bilgi edinmeye alışmışız bir kere. Bunun sonucu üniversitede de farklı olmuyor. Sadece bize verilenle uğraşıp, o dersten geçmeye uğraşmak olarak geçiyor üniversite dönemi. Ne yazık ki bunun da farkına varamıyoruz. Saygılarımla.
Gerçekten çarpıcı bir gözlem ve üzerinde düşünülmesi gerekiyor.
İstanbul’un çeşitli semtlerinde, neredeyse her köşe başında yeni bir özel üniversite açılıyor. Bunlar elbette belirli şartları yerine getirdiği için YÖK’ten izin alabiliyor, ancak kütüphanesinin zenginliği ya da içeriği bu şartlardan biri olmasa gerek. Köklü devlet üniversiteleri ve bazı önde gelen özel üniversitelerin kütüphanelerinin oldukça zengin olduğunu söyleyebiliriz. Hatta, internet ortamında, Türkiye ve dünyadaki diğer üniversitelerin kütüphaneleriyle yapılan içerik paylaşım anlaşmaları ile, bu zengin içerik daha da pekiştirilmiş oluyor.
Ancak, ne yazık ki, bu yeni açılan özel üniversiteler, birtakım ticari kaygıların dışında, zengin bir kütüphane oluşturayım diye bir kaygıları yok. Bir de bunun üzerine, o okullarda okuyan öğrencilerin de bu konuda herhangi bir taleplerinin olmaması da eklenince, kütüphaneler göstermelik olmanın ötesine geçemiyor…
Saygılarımla…